Hepimizde pek kıt olan bir şey var; o da ZAMAN…
Görüşelim, vaktim yok; konuşalım, vaktim yok; spor yapalım, vaktim yok; dertleşelim, vaktim yok; dinlenelim vaktim yok; kitap okuyayım vaktim yok…
Kendimizi bildik bileli zamanı yakalamaya çalışıyoruz ve bu yarış evde, işte, okulda, trafikte, sınavda, seyahatte, kısacası hayatımızın her anında peşimizi bırakmıyor. Hayatın hızına yetişmek şöyle dursun bu çağda kendi hızımıza bile yetişmekte zorlanıyoruz.
Bu hengâme içerisinde günden güne ayran gönüllü olmaya başladık. Her şeyi yapmak istiyoruz ancak geceleri başımızı yastığa koyduğumuzda pek çok şeyi yapamadan günü bitirdiğimizin farkına varıp dertleniyoruz. Şayet sosyal medyada paylaşılan o restoranda yemek yemezsek, o filme gitmezsek, son çıkan o kitabı almazsak ya da avokadolu o yüz maskesini yapmazsak, kendimizi her şeyden geri kalmış hissediyoruz.
Bu telaş çağı içerisinde “boş bir zaman” yakaladığımız veya yapacak daha heyecanlı bir şey bulamadığımız anlarda ise , çoğumuz elimizdeki irili ufaklı ekranlara sarılarak dijital dünyada kayboluyoruz. Yıllarca yarışmalara konu olan boş zamanlarınızda ne yaparsınız sorusuna verilen popüler cevapların yerini sosyal medyada ve internette vakit geçirmek aldı. Kitap okumak veya hobi edinmek mazide kaldı.
Modern yaşamın ritmi içinde şehrin bu telaşlı ve kargaşa dolu hayatından sıyrılıp, kendi içsel ve ruhsal sağlığımızı korumak, bulabildiğimiz boşlukları anlamlı bir şekilde doldurmak, kendimize bir nefes aralığı yaratmak bedenimize, zihnimize yapabileceğimiz en değerli yatırımlardan biri. Bunu sağlayabilmenin en etkili yolu ise bir hobi sahibi olmaktan geçiyor. Yani içimizden ne geliyorsa, kendimizi akışa bırakarak, o şeyi büyük bir zevkle, tutkuyla yapmaktan bahsediyorum.
Bir insanın hobi sahibi olması için kendinde beslemesi gereken en güçlü duygu ise merak duygusu. Merak edecek bir şey bulamayacak kadar kendimizi körelttiğimizde, başkalarının meraklarını, hayallerini izleyerek geçiriyoruz ömrümüzü. Zamanımızı kendi içeriklerimizi üretmekten çok başkalarınınkini tüketerek geçiriyoruz.
Oysaki yaşanacak tek bir hayatımız var ve ona ne kadar anlam katacağımız ise tamamen bizim elimizde. Aksi takdirde yazar Gökhan Özcan’ın dediği gibi “Hayatımız elbette açık unutulmuş bir musluk gibi boşa akıp gidecek”.