Selfie çekmeye önce çok önemli anlarımızı paylaşarak başladık ancak beğeni, yorum, övgü aldıkça hayatımızın her anına yaydık. Artık sevdiğimiz kişilerle bir arada olduğumuz özel anlarımızda hepimizin bir selfie yapası geliyor. Ancak her gittiğimiz yerde kendimizi çekmeye doyamadığımızdan ve aldığımız like’lar ile beslendiğimizden egomuz da şiştikçe şişiyor.
Her çağın kendine has parametreleri var. Bu çağ da egoların şişirildiği bir dönem. Ancak egolu olmak her zaman olumsuz bir anlam içermiyor. Aksine kendini sevmenin, kendine güvenmenin ya da gururlanmanın kesinlikle kötü bir tarafı yok, hatta zaman zaman hepimizin bu duyguları derinden hissetmeye ihtiyacı oluyor. Esas sıkıntı bu durum bir gösteri nesnesi haline geldiğinde, reklamı yapıldığında, afişe edildiğinde başlıyor. Hak ettiğimizde gururlanmak, övünmek elbette en tabi hakkımız. Fakat kişinin kendindeki eksiklikleri bir tür ego kabarması ile telafi etmeye çalışması bu davranışın hastalığa dönüşmesine sebep oluyor. Üstelik sanılanın aksine hastalıklı ego, kişinin kendisini sevemediği zamanlarda çok daha fazla ortaya çıkıyor.
İçinde bulunduğumuz bu durumu çok değerli psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan şu şekilde değerlendiriyor: “Aklın pazarını kurmuşlar herkes gidip kendi aklını almış. Herkes aklını çok sever; Hay aklımı seveyim diye boşuna demeyiz. Şayet kendimizi sevmemiş olsaydık bu hayattan çok çekerdik. Fakat yüksek egolu kişiler, kendilerini sevmedikleri ya da insanlar tarafından sevilmediklerini kabul etmekte güçlük yaşadıkları için karşısındaki kişilerden çok daha üstün olduklarını düşünerek, onları sadece kendilerini alkışlayacak birer nesne olarak görürler. Sadece kendi içindeki boşluğu doyurmak ve eksik taraflarını örtmek için bu insanlarla iletişime geçerler. Herkese tepeden bakan, büyüklenen ve sürekli kendi başarılarından bahseden bu kişilerin etrafında egonun yükselmesi ile birlikte , bir müddet sonra ne arkadaş ne eş kalır. Sadece ben önemliyim, ben değerliyim diyerek karşısındaki ile empati kurmayan kişiler bireyselliği ve benciliği hayatının merkezlerine yerleştirirler. Kendine hayran olarak yaşar ancak günün sonunda ne yazık ki yapayalnız kalarak mutsuz olurlar.”
Dolayısıyla milenyum çağında belki de insanlar, takipçiler satın alarak ya da hastane kapılarında check in yaptıktan sonra gelen yorumları okuyarak , sevildiklerini hissetmek istiyorlar. Oysaki gerçek mutluluk, hayatımızda sadece sesimizi duymak için bizi arayan dostlarımız olduğunda, altından kalkmakta güçlük çektiğimiz bir işe yardım eden eller uzandığında, hastalandığımız zaman tüm nazımızı çeken sevdiklerimizin sıcak bir dokunuşunda veya doğum günümüzü Facebook’tan değil de gerçekten hatırlayıp bizi arayan dostlarımız olduğunda yaşanıyor.
Yaşamın koşuşturmasında sevdiklerimize değerli olduklarını hissettirmeyi unutuyor olabiliriz. Ancak hepimizin buna ihtiyacı var. Tam da bugün yakın çevremizdekilere “Benim için çok değerlisin, iyi ki varsın” sözünü söylememizin tam zamanı.